Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasında ilan ettiği üzere Türkiye 2016’da imzaladığı Paris Anlaşması’nı TBMM’de de onayladı. “Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi” TBMM’den geçerek yasalaştı ve kanun 7 Ekim 2021 tarihinde resmi gazetede yayımlandı. Yürürlüğe giren anlaşma Türkiye’ye iklim değişikliği ile mücadele konusunda birçok sorumluluk yüklüyor.
Paris Anlaşması’na Giden Yol: Kyoto Protokolü
1970’li yıllarda iklim değişikliği ile ilgili önemli bir kırılma noktasının yaşandığı yıllar oldu. Bu on yılda iklim değişikliği bilimsel bir meseleden yavaş yavaş siyasi bir endişe kaynağına dönüşmeye başladı. 1972 yılında Stockholm’da toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı (United Nations Conference on the Environment) çevre alanındaki ilk uluslararası konferans olması açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Bu konferansta iklim değişikliği bir gündem maddesi olmasa da devletlerin çevre sorunlarını küresel ölçekte çözmek için işbirliği içinde çalışması gerektiği vurgulandı. 1979 yılında ilk kez toplanan Dünya İklim Konferansı’nda (World Climate Conference) iklim değişikliğinin küresel sorun olarak tanındı. Küresel ölçekte iklim değişikliği ile mücadele etmek amacıyla 1988 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) kuruldu. IPCC’nin temel hedefi insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğinin risklerini değerlendirmek olarak belirlendi. Yine 1988’de Toronto’da toplanan “Toronto Conference on the Changing Atmosphere” (Değişen Atmosfer Konferansı) sera gazı azaltım hedefleri ilk kez gündeme girdi. IPCC de ilk raporunu 1990’da yayımladı.
1992 yılında Rio de Janeiro’da Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda 154 ülke Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (United Nations Framework Convention on Climate Change) imza attı. Sözleşmenin temel amacı iklim sistemine tehlikeli sonuçlar yaratacak insan müdahalesinin önlenmesi olarak belirlendi ve ülkelerin gelişmiş seviyeleri dikkate alınarak ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar kavramı oluşturuldu. 1994 yılında yürürlüğe giren sözleşme iklim değişikliğine yönelik ilk sözleşme olma özelliğini taşıyor. Sözleşme uyarınca ilk Taraflar Konferansı (COP-1) 1995 yılında Berlin’de yapıldı. 1997 yılında üçüncü Taraflar Konferansı’nda (COP-3) ilk sera gazı azaltma hedeflerini içeren Kyoto Protokolü kabul edildi.
1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokolü onay süreçleri nedeniyle 2005 yılında yürürlüğe girdi. Kyoto Protokolü’nün amacı sanayileşmiş ülkeler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecinde olan ülkelerin atmosfere saldıkları sera gazı emisyonlarını azaltmak veya sınırlandırmak olarak belirlendi. Kyoto Protokolü’nün ilk hedefi 2008 ila 2012 yılları arasında sera gazı emisyonlarının 1990 seviyesine kıyasla yüzde beş düşürmek olarak belirtildi. Protokolün ikinci taahhüt dönemi Doha Değişikliği olarak açıklandı. 2020 yılında emisyonların %18 azaltılması hedeflendi. Ancak Doha Değişikliği’nin yürürlüğe girmesi için 144 ülkede tarafından kabul edilmesi gerekiyordu. 135 ülke tarafından kabul edildi ve yürürlüğe giremedi.
Paris Anlaşması
Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında sona ermesi nedeniyle 12 Aralık 2015 tarihinde Fransa’nın Paris kentinde 21. Taraflar Konferansı’nda (COP21) “Paris Anlaşması” kabul edildi. Paris Anlaşması, iklim değişikliği konusunda uluslararası bir anlaşmadır. Anlaşmanın temel amacı, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelere indirerek 1,5 santigrat derece ile sınırlandırmak. Anlaşma, uzun vadeli hedeflere ulaşmak için en kısa sürede sera gazı emisyonlarında sınırlandırmayı hedefliyor. Paris Anlaşması iklim krizinde önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. İlk kez uygulanan bu anlaşma ile ülkeler iklim krizi ile mücadele etme ve etkilerine uyum sağlama görevini üstleniyor. Paris Anlaşması’nın uygulanması ekonomik ve sosyal dönüşüm gerektiriyor. İhtiyacı olan ülkelere mali, teknik ve kapasite geliştirme desteği sunuyor. “Gelişmiş ülke statüsünde yer alan” ülkelere de, daha az donanıma sahip ve daha savunmasız ülkelere finansal yardım sağlama sorumluluğu yüklüyor.
Türkiye, 175 ülke ile birlikte Paris Anlaşması’nı imzalamıştı. 30 Eylül 2015 tarihinde “Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanını” Sözleşme sekreteryasına sundu. Türkiye’nin ulusal katkı beyanına göre, sera gazı emisyonlarının 2030 yılında referans senaryoya göre %18 ila %21 kadar azaltılmasını öngördü. Fakat 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe giren anlaşmaya Angola, İran, Libya, Kırgızistan, Irak, Erite, Yemen, Güney Sudan ve Türkiye’nin içinde bulunduğu 9 ülke taraf olmadı.
Türkiye’nin anlaşma üzerine çekincesi, farklılaştırılmış sorumluluklar kavramı çerçevesinde yapılan ülke kategorilendirmesinde Türkiye’nin pozisyonundaki belirsizliğe dayanıyordu. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi çerçevesinde alınacak kararların uygulanmasında ülkelerin farklı sorumluluklar alması için pazar ekonomisine geçiş sürecindeki orta ve doğu Avrupa ülkelerinin bulunduğu EK-1 ve OECD ülkelerinin bulunduğu EK-2 kategorileri oluşturulmuştu. Türkiye bu kategoriler oluşturulurken iki kategoride de yer almıştı. İklim politikalarında emisyonda tarihsel sorumlulukları yüksek gelişmiş ülkelerle aynı konumda değerlendirilmek istemeyen Türkiye bu nedenle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olmamıştı. 2001 yılında EK-2 kategorisinden çıkarılan Türkiye 2004’te sözleşmeye taraf oldu. Fakat kategoriler oluşturulurken EK-1 ülkeleri arasında kişi başına düşen emisyon oranının en düşük olan ülke olması ve tarihsel sorumluluk gibi nedenlerle Türkiye EK-1 ülkeleri kategorisinden de çıkmak istemektedir. Türkiye’nin bu konumu müzakerelerdeki pozisyonunu da belirlemektedir. Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Türkiye’nın Paris Anlaşması kapsamında iki konunun üstünde durduğu ve çözüm talebinde bulunduğu açıklaması yapıldı. Bu iki konudan ilki, Türkiye’nin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek açısından kendisi ile benzer konumdaki ülkelerle aynı şekilde muamele görmesi. İkinci olarak ise Türkiye’nin ekonomik büyüme, nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında mutlak emisyon azaltımı yapması imkansız olduğu ve bu hususun dikkate alınarak beklentilerin belirlenmesini olarak sıralandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 22 Eylül 2021 tarihinde yaptığı açıklamada “Paris İklim Anlaşması’nı yapıcı adımlara uygun şekilde ve ulusal katkı beyanımız çerçevesinde ekim ayında meclis onayına sunmayı hedeflediklerini” açıkladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sözlerine, Paris Anlaşmasının gelişmekte olan bir ülke olarak ve ulusal katkı beyanları çerçevesinde, anlaşmanın ve mekanizmalarının ekonomik ve sosyal kalkınmayı negatif etkilememesi koşuluyla uygulanacağını ekledi.
6 Ekim 2021 itibarıyla Paris Anlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylandı. Meclis onayının ardından, BMİDÇS’nin de Türkiye’nin “gelişmekte olan ülke” statüsüne geçme talebini onaylaması gerekiyor. Bu durumun sebebi yardım alacak ya da yapacak ülke ayrımının “gelişmekte olan ülke” ve “gelişmiş ülke” statüsüne göre belirleniyor olması. Talebin kabul edilmesi halinde, Türkiye küresel sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlandırmak ve 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarını sıfırlamak için taahhütlerini hayata geçirecek.
Kaynak: Ceren Satıl/ Doğruluk Payı